HASTALIK NEDİR?
Bedensel olarak hastalandığımızda, hayata karşı yaklaşımımız, zihinsel ve duygusal dengemiz bundan kaçınılmaz bir şekilde etkilenir ve hayal kırıklığı ya da ümitsizlik hisleri içerisine gireriz.
Aynı şekilde kendimizi üzgün, mutsuz ya da kızgın hissettiğimizde genellikle fiziksel olarak da ıstırap çekeriz: Başımız ağrır, midemiz bulanır ya da kaslarımız ağrır.
Fakat mutlu ve neşeli olduğumuzda ise bedenimiz canlı, enerjik ve sağlıklıdır. Zihin ve beden arasında direkt bir ilişki vardır. Biri diğeri olmadan etkilenemez, Eylem daima düşünceyi izler ve biz ne düşünüyorsak o oluruz. Bu, hastalandığımızda ya da iyileştiğimizde ne olduğunu daha iyi anlamamız içinönemli bir noktadır.
Çağdaş insan hastalıklar karşısında şaşkına dönmüş durumdadır. Baş ağrıları, soğuk algınlığı, kabızlık hatta kansere bile o kadar alıştık ki bu türden rahatsızlıkların gerçekten ender olaylar olması gerektiğini unuttuk.
Yine hastalık, yaşantımıza o denli derinden kök salmıştır ki, çok hatalı bir şekilde onu normal karşılar durumdayız. Pek çok operasyonlar geçiriyor, büyük miktarlarda ilaç tüketiyoruz, Ve öyle ki sağlık durumumuz sosyal tartışmaların ana konusu haline gelmiştir.
Fiziksel sorunlardan, bizimle pek ilgisi yokmuş gibi ve neredeyse bize başkaları tarafından empoze edilmiş şeyler gibi bahsediyoruz. Bedensel güçlüklerimizi istenmeyen bir mal gibi taşıyor, yine de onlardan kurtulmayı istemiyoruz.
Hastalıklarla öylesine içli dışlı olduk ki onlarsız hayat, doktora gitmeden, reçeteyazdırmadan, şikayet edecek bir şeyimiz olmadan yaşamak bizi telaşa düşürüyor.
Ulaştığımız noktada içgüdü ve sezgilerimizle olan temasımızı bütünüyle kaybetmiş ve hastalıkların Tanrı'nın buyruğu olduğuna inanacak, kontrolumüzün dışında olduğunu kabul edecek bir duruma gelmiş vaziyetteyiz. Sağlık, yalnızcajiyi bir kadere sahip görürken şanslı birkaç kişinin elindedir. Onlar acı çeken geri kalanlarımız gibi değillerdir!
Her ne kadar meselenin üzücülüğü meydandaysa da daha acı gerçek, sağlık ya da hastalıkla davranışlarımız ve hayat tarzımız arasındaki ilişkinin bilinip uygulanmasındaki kavrayış eksikliğinin görülmesidir. Zihin ve bedenin karşılıklı olarak birbirlerini etkilediklerini kabul etmediğimiz için ileriye doğru adım atamıyoruz.
Sonuçta biz kendi bedenimiziz. Başka birisinin bedeni değiliz ve kendi bedenimizden ayrı değiliz. Beden vasıtasıyla kendimizi ifade ediyor ve çevremizdeki dünya ile ilişki kuruyoruz. Bedenimiz, bizim ifade aracımız olduğuna göre, neysek onu ifade edecektir.
hastaysa, bir parçamız hasta demektir. Hasta olmak bizden ayrı birşey değildir. Hastalık, varlığımızdaki bir dengesizliğin dışa vurumudur.
Zihnimizi mikroskobun altına koyamadığımız için onun yerine hücrelerimizi yerleştirdik ve sadece beden üzerindeodaklanarak zihin ve beden arasındaki bütünsel ilişkiyle olan temasımızı yitirdik.
Örneğin, iletişim kurma, "içimizi dökme" ihtiyacı ile öksürüğümüz arasında bağlantı kuramıyoruz. Onun yerine öksürük şurubu alarak içsel çatışmamızı bastırıyoruz. Gerginlik ve omuzlarımızdaki yük hissini,içimizde uzun süre tuttuğumuz suçlulukla birleştiremiyoruz.
Bunun yerine zamanla, omuzlar bükülüyor ve sorunlanmıza geri dönüyoruz. Ve suç aynen kalıyor. Ya dakabızlığı, işleri oluruna bırakmaktaki yetersizliğimize veya doğal olmayışımıza bağlayamıyoruz. Bir müshil alıyor ve sabitleşmiş davranış kalıplarımız içinde yaşamaya devam ediyoruz , sonuçta direncimizi kaybedip hasta oluncaya kadar, korku veya endişe bizitüketip, canlıhkve enerjimizi yok ediyor.
Zihin ve beden arasindaki ilişki, aslında öylesine bütünleşmiştir ki, psikolojik ya da duygusal sebepleri bulunamayacak hemen hemen hiçbir hastalık yoktur. Bedenin farklı bölgeleri farklı psikolojik durumları yansıtır ve tüm varlığıınızı kapsayan sürekli bir enformasyon değiş tokuşu vardır:
Bugün hastalıkların zihinden kaynaklandığı konusunda tüm şifa uzmanlan birleşmektedirler. Fakat aynı zamanda zihnin pek çok seviyelerden oluştuğunu da hatırlamak gerekir. Bedenimizde her birinin kendi özel fonksiyonu olan farklı bölgelerden düşünüp hissettiğimiz fikrine dönersek, bunu anlamak kolaylaşır. Düşünce olarak verdiğimiz daima o anda bedenimizde sıktığımız bölgeye geri dönüp yerleşecektir. O an hep bizimle yaşar; nitekim biz onu yargılanmızda, korkularımızda, illüzyonlarımızda hapseder ve özgür olamayız."
Hastalıklar günden güne artmaktadır, çünki yaşamımız giderek artan baskılar tarafından eş zamanlı olarak tehdit edilmektedir. Stres hastalığı azdıran en temel faktördür. Asabilik, öfke, endişe, ümitsizlik, korku, şok, hayal kırıklığı, kuruntu, keder, suçluluk, kin, nefret, depresyon, kararsızlık, baskı, yalnızlık, üzüntü, obsesyon, darılma, gürültü vs. gibi haller stres e sebep olur. Stres içsel gerilim oluşuncaya, kaslar sıkışıncaya kadar birikir. Sıkışmış kaslar kan akışını ve sinirlerin fonksiyonunu etkiler. Bunlar da sırayla salgı bezlerini etkilerler. Tüm fiziksel yapımızın düzenli bir biçimde çalışması, dolaşım, sinir ve hormonal sistemlerin işlevlerini uygun şekilde yerine getirmelerine bağlıdır. Bu düzen bozulmaya başladığında, fiziksel rahatsızlıklar baş gösterır.
Eğer stresin sebeplerini bulabilir, gevşemeyi geliştirebilir, zihni sakinleştirebilir ve iç huzur duygusunu keşfedebilirsek, o zaman kaslar rahatlatılabilir: Böylece sıkışmış damarlar ve sinirler serbest kalarak yeniden düzenli bir şekilde iş görürler. Salgı bezleri ve organlar öz gıdalarla yeniden beslenir ve sonuçta fiziksel iyileşme başlayabilir.
Hayal kırıklığı, öfke ya da suçluluk gibi duyguları mikroskobun altına koyamayacağımıza göre, tutucu tıp arızalı organ ve dokuları rahatlatmak ya da yatıştırıcılar ve anti depresanlar vermek suretiyle yardım etmeye çalışmaktadır. Bu aynen, tekrar olmayacağı umuduyla duvardaki bir çatlağı sıvamaya benzer. Sorunun gerçek sebebini halletmez.
Sağlığın doğal bir şekilde meydana gelmesi için yapılan daha derin seviyede iyileştirme; stresi, stresin sebeplerini. ve meydana getirmiş olduğu etkileri ortadan kaldırmak demektir.
Açıkçası tıp uzmanları ile şifacılar arasında oluşacak yakın irtibat, hepimiz için yararlı olabilir. İnsan yalnızca fizik beden değildir, sadece zihin olmadığı gibi. Varlığının tüm yönleri -zihinsel, duygusal, fiziksel ve spiritüel- bütünün sağlığı ile yakından ilgilidir.
Burada doğal şifa ile tutucu tıp arasındaki bir başka farkı. işaret etmek enteresan olacaktır: Bir doktor, hastasının rahatsızlığını anlatmasını isteyerek onu dirileyecek ve daha sonra insan bedeni hakkındaki bilgisine dayanarak sorunu teşhis edebilecektir.
Oysa bir şifacı, hastalık ya da arızalı bölge hakkında herhangi bir bilgiye sahip olmadan sadece enerjiyi gönderecek ve bedene giren ruhsal enerji doğal bir biçimde zayıı bölgelere ulaşacaktır.
Eğer işin içinde teşhis olsaydı, tedavi sorun üzerinde yoğunlaşacak ve sorunun esas sebebine derinlemesine temas edilmeyebilecekti. Semptomları teşhis etmemekle enerjiye, müdahalemiz olmadan çalışması için izin vermiş oluruz.
İşleyen sürece güvenip sadece bir aracı rolü oynadığımızı kabulederiz. Böylece kişisel benliğimizi en az derecede işin içine katmakla daha etkili ve kapsamlı bir iyileşme elde ederiz.
Tutucu tıp şüphesiz bize yardım etmekte ve zaman zaman gerekli de olmaktadır. Ancak gerçek sebebi gidermeden, hastalığı sağlığa çevirmek ve daha derin iyileşme mümkün değildir. Bu şekilde enerji ve dürtü sağlandığında beden bütünüyle sağlığını yeniden kazanma yeteneğine sahiptir. Fakat meydana getirdiğimiz ve beslediğimiz mantal ve duygusal haller bu süreci engeller.
Kendimizi tekrar bu tür bir tavırlanma ve bu tavrın sağlığımız üzerinde meydana getirdiği etkiler içerisinde buluveririz. Elbette hasta olmayı istemeyiz. O halde kimse bizi hasta edemez; hastalık yalnızca içimizden gelir. Şu gerçeği kabul etmeliyiz ki bunu maksatlı olarak yapmıyor olabiliriz; fakat her şeye rağmen sebep bizdedir.
Yaşamımızdaki dışsal stresleriri fark edilmesi nispeten kolaydır. Fakat stres yüklü düşünce formlarının fark edilmesi -kökleşmiş davranışlarımızın farkında olmadığımız için- o kadar kolay değildir. Farkında olsaydık, hiç birimiz aslında ıstırap çekmekten hoşlanmadı ğımız için onları sürdürmemiz de mümkün olmazdı.
Aslında hastalık, kendimize karşı ne kadar sorumsuz olduğumuzu görmek ve kendimizi koruma ve sevme sorumluluğunu tekrar kazanmak için gerçek bir uyarı veren harika bir fırsattır. "Şifa, Yaradanımızla başlangıçta olduğu gibi bir olmak için 'bütünleşmek' demektir. İncil'deki 'günahlarımızdan kurtulup şifaya kavuşmak' sözüyle anlatılan budur. Günah; gerçekten sadece bir eksikliktir. bilgi eksikliği, uyku hali ve ihmaldir. Bu hayattan ötealeme böyle bir hal içinde geçseydik çok yazık olurdu."
Gevşeme (yoga ve t'ai chi ch'uan gibi teknikler yoluyla ve meditasyon Doğu'da günlük yaşamın olağan ve bütünleyici bir parçası olarak kabul edilir.
Batı'da kolayca vazgeçilmemesine rağmen bu tür uygulamalar "uç" olarak nitelenir. Bizler Batı'da stres ve kanserden tutun, kalp hastalıkları, ülser, depresyon ve zihinsel dengesizliğe kadar varan pek çok hastalıktan mustarip durumdayız. Batı'ya 1960'larda gelen Doğu tradisyonları bizim için büyük bir lütuf olarak kabul edilmelidir. Gevşemeyi öğrenmezsek yaşadığımız stresler yakın zamanda büyük hasarlara yol açacaktır.
Zihin, alıcılık ve araştırıcılık haline yükseltilebilirse, o zaman ilerleme kaydedilebilir. Tedaviye gelme eylemi ilk adımdır. Bu, değişimin ortaya çıkması için bir arzunun belirtisidir.
Fakat stresin sebepleri çok derin ve bizi çeşitli yönlerden etkiler vaziyette olabilir. Bu yüz den tedavi ile birlikte, bu içsel düşünce formlarının yüzeye çıkartılması ve tanınması için bir danışma gerekebilir.
Bu çalışma, çözümsüz kalan sorunlar yüzünden hastalığın tekrarlamasını önler. Diğer yöntemlerle birlikte uygulanan karışık tedaviler (bioenerji, hipoterapi, danışmanlık, psikoterapi, akupunktur. osteopati hatta tutucu tıp) fevkalade makbuldür.
Amacımız uyum halinin yakalanmasıdır. Araçlar çeşitli olabilir. Hiçbir yol diğerinden daha iyi ya da daha kötü değildir. Hepsi farklıyönlerden iş görür ve birlikte çalışarak bir bütünü oluştururlar.